“Baktığımız zaman spor ayakkabı giyen bir insan klasik ayakkabı giyemiyor. Evet, aslında göremiyor. Zamanla ayak yapısını bozuyor, insan sağlığını da çok büyük zararı var. Bu çakma dediğimiz ayakkabıların insanlar belki ucuza alıyor olabilir ama fakat ayakkabı direk beyinle alakalı ve psikolojiyle alakalı. Ayağınız rahatsa sağlığınız da yerinde olur. Zihniniz de yerinde olur. Yani mutluluk hormonlarınız daha yüksek olur. Kişiliği de etkiliyor aynı zamanda. Yani ayakkabı seçimi, elbise seçimi, insanın kişiliğiyle yürüyüş tarzını her şeyini etkiliyor.”
Magazine Leather Firma ziyaretlerimizde POLAT AYAKKABI şirket sahibi Sayın Seyfettin Polat Bey, Markalarını anlatacak şirketin tarihi geçmişini konuşacağız. OGGI Pazarlama Müdürü Fevzi Alpaydın, Sektörü ve ürün guruplarını anlatacak. Ayakkabı Tasarım uzmanı Erdal Bodur, Ayakkabı ve Ayak sağlığını konuşacağız.
Editör: POLAT Ayakkabı ve Markaları ile Sahibi kurucusu olarak Seyfettin bey önce sizleri tanıyabilir miyiz?
Seyfettin Polat: 1952 yıllarında 6-7 yaşlarında beni ayakkabıcıya (Yemeni dükkanı) çırak olarak verdi babam. Bizim bir komşumuz benden biraz daha büyük çocuğu vardı. O beni götürürdü işyerine çünkü daha çocuğuz. O bir hatıra kaldı tabi böyle başladım mesleğe.
Bir gün kalfa şu fırından ekmek al gel dedi çocuğum daha çarşıyı bile yeni görmüşüm. Ben fırının yanına gelmişim ama yanında da bir restoran varmış, fırından önce restoranı gördüm tabi fırın yerine restorandan ekmek aldım sonra kalfanın yanına geldim. Restoran da bana bayat ekmek vermiş yani dünden kalan ekmek almışım, restorandakiler de bana demedi ki burası fırın değil diye, sonra Kalfa ile restorana gidip bayat ekmekleri geri verdik fırından taze ekmek aldık. Yani ayakkabıcılık serüveni çocukluğumda böyle başladı.
Ondan sonra askere gidene kadar hep çıraklık yaptım. Askere gidip geldikten sonra işte bir müddet Türkiye/Gaziantep, Kilis’te ayakkabıcı dükkanı açtım. Sonra İstanbul’a geldik. 1971’de Polat ayakkabıyı şirketini kurduk.
Bir arkadaşlarımızın şirketi vardı. Ayakkabısını biz yapıyorduk, veriyorduk. Sonra onlar işi bıraktılar, markayı biz aldık. O zamandan beri marka bizde. Bundan sonra diğer markalarımıza gelince onları kendimiz tasarladık.
SEPOL-FORLİ-PASİS-PALU markalarımız da var.
Editör: Geçmiş yıllardan bu zamana deri sektörüne bakış açınızı öğrenmek istiyorum. Çünkü geçmişte çok büyük bir rağbet var. Deri sektörüne bugün de deri ve deri mamuleri sektörü olarak ayakkabıcılık başta olmak üzere bugün baktığınız zaman ne gibi eksikleri görüyorsunuz ve ya da neler değişti?
Seyfettin Polat: Eskiden deriler daha kaliteliydi. Çünkü hayvancılık olarak ele almak lazım en başta. Doğal besleme daha yaygındı bizde. Sonra yavaş yavaş bu besiciler de azaldı. Bazıları büyük işletmecilerin eline geçti. Ve sonra hayvan işte kilo yapsın, iyice büyüsün diye farklı yapay işlemler besleme yapıldı. Hayvan geliştikçe kiloları büyüdü derken o eski güzelliği de doğalı da kalmadı. Kocaman dana beş yüz kilo altı yüz kilo bin ton gelen hayvanlar var. Derisi de ona göre kart kalıyor. Yani köylerde serbest olarak beslenirdi hayvanlar onların derileri çok güzel olurdu. Hem eti açısından hem de derisi açısından, yani gittikçe tabi o güzel derileri bulamaz olduk.
Sizin zamanınızda Yemeniler vardı. Şu anda da yapılıyor.
Evet, biliyorum.
Yemeniler hiç yaptınız mı?
Yani başta ilk çıraklığımdan bahsettim işte ilk çıraklığım Yemeni olarak başladı. Eskiden Çarıklar vardı onları yaptık. O zamanlar sandaletler çoktu. Sandalet yapardık. Kısa bir müddet sonra işte ayakkabıcı olarak kendim başladım.
Yemeni mi daha zor yoksa ayakkabıcılık mı?
Şimdi yemeni ayakkabıdan biraz daha geride kalır. Ayakkabıcılık ayrı zanaat derinlemesine bir meslek yani ufku geniş zanaat yani bu sanatı ne kadar yeni tasarımlar yaparsan işte daha güzelini yapmak mümkün oluyor. Yani onun için yemeni de öyle değil. Yemeni belli bir kalıbı var onun üzerine gidersin. Ama tabii ki onun da bir emeği var. Yani o da öyle çok basit bir zanaat değil. Onun da bir sanatı, onun da bir geçmişi var. Ama kundura kadar değil. Yani kundura daha teferruatlı, daha farklı yani kalıbı ayrı özel, içi ayrı yani dünyanın her yerinde özellikle İtalya’da profesyonelleri var.
Biz de ayakkabıcılık kunduracılık olarak ona çok geç başladık ülke olarak. Mesela okullar var ama okullardan çıkan çırak geliyor 18 yaşında çırağı eğitemiyorsun bile. Yani eğitim politikamızın çocukları okusun, okusun diye on sekiz yaşına kadar lise bitirene kadar okutuyorlar. Ondan sonra çocuk çıraklık yapmıyor. Çıraklık uzun bir süreç istiyor. Çünkü bizim kuşak çocukken çıraklık yaptık. Çıraklık uzun olunca iyice üzerine siniyor o mesleğin her şeyi. On sekiz yaşında çocuğu zaten çıraklık yaptıramıyorsun zanaata ucundan tutuyor.
Çocukken daha aşina oluyorsun hevesleniyorsun. Çocuğun ilgisi hep işine odaklanıyor. Güzel yetişiyor ama 18-19 yaşlarına gelince o genci eğitmek zor. Aslında çocuğun suçu yok tabi ama Suç bizim eğitim politikamızda. Belki anamızda babamızda da var suç çünkü Aman çocuğum okusun, okusun diye 18-19 yaşına geliyor. Tamam da yani okuyup bir sürü üniversite mezunu işsiz eleman var. Okulun bitirmiş ama ihtiyaç yok ya da kendisi okuduğu bölümün işini yapmak istemiyor. Halbuki ihtiyaç olan dallara çok yetenekli zeki çocukları okula alsan kalanını zanaata yönlendirsen çok daha faydalı olur. Memleketimiz için her şey için. Yani tabi okumak çok önemli ama zanaata en azından Ortaokulda yani 13 yaşlarında başlatmak lazım çocuğu. Ortaokula giderken artık ayağını iş yerine atması lazım. zanaata atması lazım. Yavaş yavaş ortaokul bitene kadar o çocuk çıraklık yapar. Ortaokuldan sonra da devam eder.
Geçmiş yıllarda siz daha da iyi bilirsiniz, eskiden Köy Enstitüleri (Zanaatların hepsini uygulamalı öğretici dersleri ile sunan okullar) vardı. Zanaata yönlendirici bir okuldu. Bu okul kapatılınca zanaatlarda katlana katlana bugünlere geldi.
Yani geçmiş yıllarda geldi bize birkaç tane çırak mesela Erdal, (Ayakkabı tasarımcısı) okuldan mezun olduktan sonra geldi ama bizde yetişti, ikincisi de var bakalım o da yetişecek. Zanaata erken girmesi lazım. Son kalan usta kuşağını yaşıyor bu zamanlar. Ondan sonra o adamları bulamazsın. Yetişmiyor ki nasıl bulacaksın?
Gençlerin çoğunluğu daha çok teknolojiye, uzay teknolojilerine yöneldiği için bir de zanaat sektörler arasında bayağı bir boşluk olur.
Çok boşluk var dediğiniz gibi zanaatkar adamı bulmak. Yani bu zanaattan yetişmiş ustalar onlar gitse onlardan sonra usta yetişmiyor. Umarım bir düzenleme yaparlar. Yani bunun üstüne gidilmesi lazım. Hangi dal olursa olsun fark etmez. Yani ayakkabıcılık olur, konfeksiyon olur. Ne bileyim her zanaata yönlendirilsin çok çok daha güzel olur.
Seyfettin bey farklı markalarınız var biraz da onlardan bahseder misiniz?
Bu markalar yurt dışı markalarımız tabi, örnek olarak Amerika’da SEPOL olarak kullanıyoruz. SEPOL aynı zamanda Türki Cumhuriyetlerinde de kullanıyoruz. İsviçre’de var. Almanya’da var. Bazı müşteriler kendi markasını basıp veriyoruz. Bazılarına da bizim markalardan veriyoruz.
Seyfettin bey bu sektöre gönül vermiş bir usta olarak, zanaatı bilen çekirdekten gelme bir usta olarak teknolojileşme makineleşme üzerine neler söylemek istersiniz?
Zahmetli işti tabi eskiden ama sıkıcı değil. Bizim işte çalışan zamanın geçtiğini bilmez. Yani insanın ruhen sıkmaz. Ondan sonra tabii ki çok şey makineleştiği için kolaylaştı. Ama bizim iş yine de diğer sektörlere göre emek ağırlıklı illa emek istiyoruz. Mesela ayakkabıyı monta yaptırıyoruz ama bir düzenleme, bir ayarlama, bir tesfiye etmek için makinada usta durması gerekiyor. Kalite yaptığımız için en ufak ince ayrıntısına kadar dikkat ediyoruz. Şimdi bizim meslekte mesela bir firmada eskiden elli-altmış kişi çalışıyordu, aynı hacimde işi yapıyorlar ama şimdi onbeş-yirmi kişiden bu işi yapabiliyor.
Biz İstanbul’da önce Gedikpaşa’da açtık yerimizi orada baya kaldıktan sonra işte Güngören’e geldik. Güngören’de onbeş sene kadar kaldık. Sonra buraya Ayakkabıcılar sanayi sitesine (AYMAKOP) taşındık. Burası da dernek vasıtasıyla yapıldı. Yani buraya gelince şovrumumuzu açtık.
Peki, Seyfettin bey çok teşekkür ederim. Yayınlarımıza katıldınız. Emeklerinize sağlık.
Ben teşekkür ederim iyi yayınlar diliyorum.
Editör: POLAT Ayakkabı bünyesinde OGGI markasıyla global çapta ürünlerini tanıtan firmanın şovrumundayız. Yanımızda Pazarlama Müdürü Fevzi Bey var ve Ayakkabı Tasarım uzmanı Erdal bey var. Fevzi Bey öncelikle sizleri tanımak isteriz.
Fevzi Alpaydın: Ben Fevzi Alpaydın. Yaklaşık 2002 yılından beri ticaretin içerisinde bulunuyorum. Ayakkabıda deriyle tanışmam yirmi yıl oluyor fakat ayakkabının içerisinde de on yedi yıllık bir tercümem var.
Pazarlama konusunda şirkette de görevim stratejik olarak ayakkabının pazarlanması, yurt içi, yurt dışı fuarlar. Hangi pazarda ne şekilde yer alacağız. Bunlarla alakalı görev yapıyorum. Aynı zamanda sipariş alımından ürünlerin sevkiyatına kadar da ilgileniyorum.
Peki imalatınız da var burada sanırım değil mi?
Evet, burada biz POLAT AYAKKABI olarak imalat her şey kendi bünyesinde yapmaktadır. A’dan Z’ye kesinlikle ne dışarıdan bir fason ürünümüz vardır Ne de dışarıya bir fason ürün veriyoruz. Sayadan başlayarak tabanının frezesine kadar bitişine kadar paketlemesine kadar her şeyi bünyemizde yapıyoruz.
Peki uluslararası çapta fuarlara katılıyorsunuz?
Evet, ağırlık olarak Micam fuarına katılıyoruz. Daha önce de Las Vegas’a gitmiştik iki defa Magic fuarına. onun dışında Dubai fuarına katıldık. Şu an hedefte Çin, Rusya ve diğer Global çaptaki önemli fuarlara katılmak istiyoruz.
Peki imalathanenizde ne tür ayakkabılar üretiyorsunuz?
POLAT AYAKKABI olarak asıl imalatımız klasik kösele. Ama onun dışında yine Eva’ya dayalı kauçuk hazır taban. Bunlarını da bünyemizde yapıyoruz. Frezeli işler yapıyoruz. Genelde yurt dışındaki firmalardan da taban alıyoruz, iç piyasadaki firmalardan da taban alıyoruz.
Ama bunların en kalitelerini alıyoruz. Bunları Polat ayakkabı bünyesinde bütünleştirip OGGI markasıyla piyasaya sunuyoruz.
İşçiliği zanaat gerektiriyor. Yani bir el zanaatı tecrübe gerektiriyor.
Kesinlikle ayakkabı sektörü gerçekten el işçiliğine önem veren bir zanaat. Bu noktada gerçekten el işçiliği çok önemlidir. Fakat bu işin içerisinde sevgi olmadan kesinlikle yani kalple elin bütünleşmesiyle ortaya çıkan bir üründür. Bu tek başına sadece elden çıkan bir ürün değil, aynı zamanda kalbin, sevginin, samimiyetin verildiği bir ürün.
Gördüğüm kadarıyla ürünlerinizin çoğunluğu deri ağırlık
Evet, hakiki deridir, hiçbir sentetik malzeme kullanmıyoruz.
Ürünlerde tabi deri söylemişken genellikle dünya gündemimizde şu anda daha çok “Sürdürülebilirlik” mevcut. Deri bu yüzden sürdürülebilir malzeme. Özellikle dünya deri sektörünün lokomotifi olan ayakkabı sektörü en başta geliyor. Bu sebeple sürdürülebilirlik politikalarınız var mıdır?
Fevzi Alpaydın: Sizin de söylediğiniz gibi derinin kendisi zaten sürdürülebilir doğal malzeme. Ama bu derinin geri dönüşümü hakiki canlı bir varlık olduğu için tekrar geri dönüştürülebiliyor. Ayakkabı yapımından sonra kullanılan artan deri parçaları bunları değerlendiriyoruz. Alan firmalar var. Bunlar artık kendi bünyelerinde, tamirat veya başka süs eşyalarında kullanılabiliyor.
Yani en ufak bölümleri dahil olmak üzere aynıdır. EVA ayakkabılar içinde öyledir, Kauçuklar için de öyledir. Bunlar zaten geri dönüşüme giren malzemeler.
Eva dediniz modeller hangileri oluyor?
Fevzi Alpaydın: Eva kauçuk karışımı, bunlar kösele tamamıyla kösele birinci sınıf tamamıyla burada biz şekillendiriyoruz bunu. Tamamen fabrikamızda boyamasını finisajını, frezesini, dikişini, montalamasına varıncaya kadar burada yapıyoruz. Yani farklı ürün guruplarımız var. Ama ağırlık Eva hafif olduğu için Eva tercih ediliyor. Şu an genellikle anladığım kadarıyla bu klasik ayakkabılarda bu modeller daha çok tercih ediliyor.
Hem rahattır hem bir de bunlarda el işçiliği fazladır. Bir ustamız bu ayakkabıyı akşama kadar ancak belki on çift dikebiliyor. Çünkü zordur bunu yapmak. Dikişler birbirine uyması gerekiyor ve kaliteli çıkıyor, rahat çıkıyor. Yani ayakkabıda en zor yapılan iş “rok mokasin” diyoruz. Yani bu ayakkabıda diğer normal klasik ayakkabıdan daha uzun zamanda çıkıyor. Yani işçiliği çok fazla.
Peki şu anda Erdal Bodur yanımızda, ayakkabıların tasarımlarıyla ilgileniyor. Erdal Bey, sizleri tanımak istiyoruz?
Erdal Bodur: Öncelikle teşekkür ederim bu şansı bize verdiğiniz için. Ben de 1998’de Ayakkabı okuldan mezun oldum ve buraya stajyer olarak başladım. 2005 yılına kadar üretimde çalıştım. Daha sonra Modelistlik eğitimi aldıktan sonra şu anda Modelistik ve Arge sorumlusu olarak devam etmekteyim.
Dediğimiz gibi kendimize özgü kendi çizgilerimizle. Kendi renklerimizle farklı bir şeyler yaparak katıldığımız fuarlardan belli. Micam olsun, Dubai olsun ve birçok ülkede kendimizi tanıtmak amacıyla birçok fuarlara katılıyoruz. Ayakkabımızı gerçekten çok beğeniyorlar. Yani bizi sadece Türkiye’de değil, İtalyan ayakkabısıyla karşılaştırıyorlar artık.
Peki ürünlerinize yenilikler katmak için ne gibi bir ARGE çalışmanız oluyor?
Erdal Bodur: Arge çalışmamız genelde zaten İtalya bu işin ustası konumunda diyebilirim. Oradaki kalıpçılarla Arge çalışması yapan firmalarla, tabancılarla olsun. En son yapılan çalışmaları takip ederek biz de tabi oradan almak da yetmiyor.
Biz burada kendi çizgimizi oluşturarak yeni modeller üretiyoruz. Yani oradan aldığımızı direkt yapmıyoruz. Oradan bir kalıp aldık mesela biz kendi çizgimize göre ayarlıyoruz. Kendimize özel bir kalıp yapıyoruz. Ona göre Arge çalışmamızı hazırlıyoruz. Onlardan farklı oluyor açıkçası. Yani kendimize özgü bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.
Kopya değil, özgü olarak yani kendi kalıbınızı kendiniz oluşturuyor. Beni nasıl yetiştirdilerse bu firmada ben de ona göre gelecek için elemanlar yetiştiriyorum. Çünkü herkes bir sonrakini yetiştirmesi gerekiyor ki bu iş devam etsin. Elimizden geleni yapıyoruz biz de.
Yani şu anda akademinizi kendiniz burada kurdunuz doğru mu?
Erdal Bodur: Evet, evet yeni elemanlar yetişiyoruz. Son zamanlarda bir de eleman bulma sıkıntısı, mevcut işçi bulma sıkıntısı var. POLAT AYAKKABI olarak akademiyi yani bizim firmanın en büyük özelliği bizde şu anda en kısa çalışan beş senedir. Yani yeni girmiş eleman beş senelik elemandır. Diğerleri yirmi sene, yirmi beş sene yani bizim Türkiye’de bu kadar kaliteli ayakkabı yapmamızın asıl sebebi odur. Ben 1998’de başlamışım ve hala devam etmekteyim. Fevzi Bey benden sonra geldi. O da on senelik belki daha fazladır. Dediğim gibi bizim bu kadar kaliteli ayakkabı yapmamızın sebebi kalifiye elemanı elimizde tutabilmek zaten kaliteli ayakkabı yapmak için bu şart. Yoksa iki sene üç senelik elemanla o kadar kaliteli ayakkabıyı yapmak mümkün değil. Tasarımları da yapmak mümkün değil. Çünkü elemanı yetiştirmen gerekiyor. Onun için bir zaman gerekiyor. Kalifiye eleman olmadıktan sonra güzel ve yeni bir şeyler yapamazsın.
Tabi bu zanaata gönül vermek sevmek çok önemli. Yani insan mesleğini sevmedikten sonra başarılı olamaz. Yani tek bizim meslek için değil, bütün meslekler bu şekilde. Bizim için en büyük ödül müşterilerimizden geliyor zaten. Biz bir ürünü, bunun dönüşü bize geldiği sürece o bizim için büyük bir ödüldür. Yani ürünü göndermişsiniz fakat size geri dönüşü olmamış. Bu başarı değil ödül de değil zaten. Ama en büyük ödül o geri dönüşü olduğu zaman ve müşteriler tarafından dillendirildiği zaman bu bize zaten bu yetiyor. Bir yarışma olayı değil bizim amacımız yani belki yarışmada ben katılırım, birinci olurum ama bizim amacımız öyle değil.
Fabrika olarak iyi ayakkabı yapabildiğimizi dünyaya göstermek istiyoruz açıkçası. Yani işte yurt dışında bir Afrika’da olsun. Almanya’da ve İtalya’da olsun kendi ayakkabılarımızı gördüğümüz zaman işte bizim Türkler her şeyi başarır diyebilmek. Yani bu şekilde dünya üzerinde bir yarış yapmak istiyoruz.
Aslında kişisel bir yarış değil de Türklerin neler yapabileceğini dünyaya göstermek istiyoruz. Hani her yönüyle tasarımıyla, çizgisiyle her şeyiyle yani rahatlığıyla bunu tek Türkiye için değil, dünyada herkes bilsin. Yani tek İtalyanlar değil Türkler de yapabiliyor bu işi diye.
Fevzi Alpaydın: Konuyla alakalı benim bir anekdotum olacak.
Belirli dönemlerde ben yurt dışına çıkıp geziyorum bir ara Ukrayna’ya gitmiştim. Orada bir alışveriş merkezine girdim. Yanımda tabi rehberim var. Şöyle ikinci katta bir mağaza gördüm alt katta orada işte tekstil konulmuş. Birazda ayakkabı gördüm. Ben buraya çıkmalıyım dedim, buraya ayakkabı satmalıyım dedim kendi kendime.
Yani tanıtmalıyım kendimi içeri girdim. Bir köşe var ayakkabı dolu. Hani insan kendi malını tanır ya. Bunlar bizim ürünlere benziyor dedim. OGGI, POLAT Ayakkabı’nın yaptığı ürünlere benziyor. Gerçekten markası farklı ama içindeki kodlar model kodlar bizim. Ne kadar da kopya yapmışlar bunu diyorum kendi kendime. Bu arada iyi kopyasını yapıyorlar onu da biliyoruz. Yani OGGI olarak baktım marka farklı kalite bizim kalite model numarası kopya diyorum. Bir yandan da inanmak istemiyorum. Farklı ürüne bakıyorum yine aynı. Ondan sonra içeride bir beyefendi vardı, merhaba dedim. Bu ayakkabılar nereden? Bana bekle dedi, içeride müşterisi vardı. Sonra müşteriler gitti. Bunlar İtalyan değil dedim. Bunlar OGGI, POLAT AYAKKABI dedim bana yine bekle dedi. Sonra geldi yanıma sen beni tanımadın mı dedi. Bu ürünleri sen yazdın bana dedi. Mağazanıza fabrikanıza gelmiştim dedi. Başka kim vardı yanınızda dedim. Eşim var dedim. İlk başta tanıyamadım ama sonradan hatırladım.
Sonra neden bana bekle dedin diye sordum. Şu gördüğün gömlekler, takım kıyafetler Türk malı bunu gönül rahatlığı ile Türk malı diye söyleyebiliyoruz fakat ayakkabıda sizin Türk ayakkabıları, özellikle Polat ayakkabının ayakkabıları, İtalyanlardan da öte dedi. Yani kullanım olarak rahatlık olarak kalite olarak biliyoruz. Ama bu İtalyan çizgisini bir türlü kıramadık. Yani “Made in Türkiye” ayakkabı’da bunu aşamıyoruz dedi. Aynı bunun gibi bir örnekte Amerika’da da yaşadım Las Vegas fuarına gittiğimde orada dolaşmıştım. Aynı olayı orada da söylediler.
Fakat bununda yine biz hem üreticiler olarak hem bu işin resmi kurumları olarak eksiğimiz var. Aslında bu işin temsilci odalarıyla birlikte sıkı çalışılırsa bu tür söylemler son bulur. Ama gerçekten isteyerek samimi olarak çalışılırsa. Türk ayakkabı tanıtımı için güzel bir çalışma yapılırsa, zannediyorum ki biz herkesi geçeriz ama inanılacak gönül verilecek bu işe yani.
Editör: Aynen, tabi ayakkabı tasarım yarışmaları Türkiye’de düzenleniyor zaten. Evet, global hale getirmek lazım. Global markayı oluşturmak lazım. Yani kesinlikle doğru düşünceniz. Fakat şöyle bir şey de var tabi Türkiye genellikle deri sektöründe, yani deri ve deri mamüleri sektöründe genellikle hep imalatçı konumda maalesef, ben kendi babamdan da biliyorum zaten bunu.
Erdal Beyin de dediği gibi kopya şeklinde değil de özgü. Yani biz yaparsak olur. Yani yabancı yapar olur değil. Biz yaparsak olur. Fakat bu kopyacılık zihniyetinden kesinlikle çıkılması gerekiyor.
Editör: Kesinlikle geçenlerde (TASD) Türkiye Ayakkabı Sanayicileri Derneği’nin bir çalıştayı vardı. O çalıştayda da bu kopya ürünler gündeme geldi. Ticaret Bakanlığı ile birlikte çözümler konuşuldu. Umarım ortak bir noktada buluşulup hem kopyalanmış ürünlerle konusunda hem de markalaşma konusunda daha detaylı bir çalışma yer almış olur.
Fevzi Alpaydın: İkinci büyük kopya olayı, yani biz buna argo tabir olarak çakma diyoruz. Ben hani samimi olarak söylüyorum kendim normalde böyle çakma tarzı ürünler giymem ve çocuklarıma da giydirmem.
Türk insanına gerçek ayakkabı unutturdular. Dolayısıyla şu anda baktığımız zaman spor giyen bir insan klasik ayakkabı giyemiyor. Evet, aslında göremiyor. Zamanla ayak yapısını bozuyor, insan sağlığını da çok büyük zararı var. Bu çakma dediğimiz ayakkabıların insanlar belki ucuza alıyor olabilir ama fakat ayakkabı direk beyinle alakalı bir şey ve psikolojiyle alakalı bir şey. Hani ayağınız rahatsa sağlığınız da yerinde olur. Zihniniz de yerinde olur. Yani mutluluk hormonlarınız daha yüksek olur. Kişiliği de etkiliyor aynı zamanda. Yani ayakkabı seçimi, elbise seçimi, insanın kişiliğiyle yürüyüş tarzını her şeyini etkiliyor.
Dolayısıyla hani eski filmlere baktığımız zaman o insanların giyim tarzlarına ciddi bir duruş var. Fakat günümüze döndüğümüz zaman yani spor ayakkabı her gün giyilecek bir ayakkabı türü değil. Yani normal bir çalışan insan için bir memur için günlük kullanımlarda kesinlikle deri ayakkabı şart.
Yani bunu fuarlarda da devletin yetkili kişilerine söylüyorum. Klasik ayakkabıda veya klasik giyimde bir düşüş varsa ticarette bunun sebeplerinden bir tanesi de devletin veya hükümetlerin almış olduğu serbestliyetlik kararıdır. Yani insanlar istediği gibi giyinebilirler evet doğru ama aslında bir açıdan baktığımız da alternatiflerin ve kopya ürünlerin çıkmasından dolayı bu zanaatta usta yetişmiyor.
Klasik dediğimiz zaman sanat ortaya çıkıyor. Yani zanaat işte bu serbestsizlik ortaya çıktığı zaman ihtiyaç olmadığı için insanlar bu konuda da yetişmiyor. Alttan da bir eleman gelmiyor Neden? Çünkü herkes her şeyi serbest bırakılmış.
Yani klasik giyimi tekrar hayatın içerisine sokulması gerekiyor. Yani ancak o zaman biz daha böyle katma değeri yüksek ihracatlar yapabiliriz işte ülkeye döviz girdisi daha çok olur çünkü ucuzu basiti herkes yapıyor. Önemli olan yapılamayanı yapmak.
Editör: Evet, kesinlikle çok doğru noktaya değindiniz. Bu noktada ben de bir şey eklemek istiyorum.
Editör: Son zamanlarda sosyal medya hesaplarından da paylaşımlar yapılıyor. Bazen makinanın altına petrokimya parçacıklarını koyuyorlar. Sonrasında buradan plastik bazlı PVC bazlı ayakkabılar veya terlikler üretiyorlar. Bunlar gerçekten insanın hem sağlığına çok zararlı bir etken hem de bunu o anki giydiği anda anlayamayacak. Ama umarım bu noktada çalışmalar değerlendirilir. Doğru noktalara adımlar yapılırsa o markalaşmayı da onun gibi sağlığa zararlı ürünler piyasaya girmez hem de sektöre de faydası olur diye ümit ediyoruz.
Editör: Peki uluslararası pazarda şu anda konumunuz nasıl? Yani Avrupa pazarındaki fuarlara katıldığınızdan bahsettiniz. Asya pazarında da var mısınız?
Fevzi Alpaydın: POLAT AYAKKABI olarak biz normalde Erdal Bey daha iyi bilir. Yani benden önce bu firmada olduğu için tabi biz daha dışarıdan da takip ediyorduk, ismini duyuyorduk POLAT AYAKKABI olarak iç piyasada da ciddi manada yerimiz var. Yani son kullanıcıya hitap etmek için bizim kendi mağazalarımız yok. Fakat müşteri odaklı çalışıyoruz. Özellikle Türkiye Anadolu da zaten kösele klasik ayakkabı daha sık kullanılıyor. Özellikle Erzurum, Erzincan, Malatya, Tokat, Nevşehir gibi yerler.
Klasik ayakkabı yani kundura diyoruz, maliyetlerin artmasından dolayı özellikle maliyet derken yani doların çok aşırı yükselmesi maliyetlerimizi etkiledi. İç piyasada ciddi bir kaybımız oldu. Şu an devam ediyor ama bu durum bizim yurt dışı satışlarımızı etkilemedi. İhracatımız yüzde doksan dokuz Yurt dışına kaydı. Bur da en büyük pazar Orta Asya, Türki Cumhuriyetlerin hepsi ve Afrika. Şuan Afrika’da da ciddi sıkıntı var orada da gene özellikle Nijerya’da doların çok yükselmesinden dolayı siparişlerde azalma var.
Şuan Avrupa, Amerika’da bizim kendi yerimiz depomuz var. Teksas’ta oranın önde gelen internet sitelerinde reklam olsun diye söylemeyeceğim. Üç dört tane önde gelen sitelerinde online satış yapılıyor. Aynı zamanda depodan da diğer mağazalara satışlarımız oluyor. Buradan oraya ürün sevk ediyoruz. İngiltere’ye şu an yavaş yavaş siparişlerimiz var. Yakında onlar da sevk edilecek. Daha çok bizim Orta Asya, Afrika, biraz da Çin var. Ama şuan bu demek değil ki yerimizde oturmuyoruz, sürekli insanlarla diyalog kurarak müşteriler kazanmaya çalışıyoruz. Çünkü üretim durmaz.
Editör: Peki farklı modellerinizde mevcut mu? Sadece klasik modeller mi?
Fevzi Alpaydın: Biz klasik içerisinde farklı modeller üretiyoruz. Üstü klasik altı casual yani spor tabanlar şu an bu moda üstü güzel olsun, altı rahat olsun. Yani tabanı kösele de olsa biz buna önem vermişizdir. Şuan bu tarz segmentlerimiz de var. Zaten kış sezonu için botlarda yapıyoruz. Altında yine Eva ama casual tarzda, giydiği zaman oh be diyebilecek şekilde ayakkabılar da üretiyoruz.
Şu geri dönüşümden bahsettiniz ayakkabıda, şimdi ayakkabının bütünüyle yani şu ayakkabı bütünüyle geri dönüşüme verseniz bütünüyle şu yani kullanma şansım var. Şuan gördüğüm kadar biz İtalya yan sanayi fuarında da gördük. Şuan bu geri dönüşüm daha çok tabanlarda, özellikle çok yavaşta ve tabii bunun piyasaya oturması birden olmayacak. Yavaş bir geçiş dönemi olacak. Zaten birden oturursa çok büyük sıkıntılara sebep olur. Pazarı kaybetme durumumuz olabilir. Ama ne yapacağız? Bunu da takip ederek bizde bunları kendi bünyemize yavaş yavaş almaya başlayacağız. Bununla alakalı da zaten görüşmelerimiz İtalya’da bu işi yapan önde gelen firmalarla temas halindeyiz.
Dediğim gibi yani klasik botlarda yapıyoruz. Eva çizmede yapıyoruz. Şimdi Türkiye’de kış sezonu çok olmuyor artık kar olayı yok artık. Belki ileride bizim bu hitap ettiğimiz bölgelerde belki bu bot olayı da belki tamamıyla kalkacak. Yani zımbalı bot yapacağız delikli havalı yani moda olarak botlar yapacağız. Modaya uygun veya kendi modamızı kendimiz oluşturacağız. Ürünlerimiz bölgeye göre değişiyor tabi.
Şovrumumuza bir sezonda yaklaşık bine yakın model ürün koyuyoruz. Azeri geliyor, kendine göre bir model seçiyor, Afrikalı geliyor, kendine göre bir ürün buluyor. Yani dünyanın hangi yerinden gelirse gelsin insanlar buradan kesinlikle eli boş dönmüyor. Yani tabi ayakkabılardan anlıyorsa o zevki ve o sevgisi varsa eli boş dönmüyor.
Kesinlikle şovrumunuzda zaten Aksesuar detaylar ve tasarım yönünden çok güzel duruyor. Peki tasarım yönünden baktığımızda son kullanıcı giydiği zaman en öncelik neye dikkat etmesi lazım?
Erdal Bodur: Tabi en önce rahatlık. İnsan ayağı rahat olmazsa Fevzi Bey dediği gibi akşama kadar aklında ayağındaki rahatsızlığı olur, rahat edemez işleriyle duygularıyla sürekli aklı orada olur. O yüzden ilk baştaki hedefimiz rahatlık.
Editör: Genellikle insanlar giydiği zaman topuk üstü daha çok vurur ayağı.
Erdal Bodur: Evet, eskiden ilk ayakkabı aldığınızda arkası batardı. Tabii Türkiye eskiden sadece kendi iç piyasasına döndüğü zamanlarda, malzeme aldığı yerler olarak içine konulan malzemeyi rastgele konuluyordu. Ama şu anda öyle değil. Yani birçok kaliteye önem veren iyi firmalar biz de dahil olmak üzere içindeki malzemeye önem veriyoruz ve İtalya’dan getiriyoruz.
Arkasındaki önündeki, tabii bu malzemeler çok kaliteli olduğu için ayağa herhangi bir rahatsızlık vermiyor. O eski ayak vurmalarını ben de hatırlarım, ayakkabıyı ilk gün giydiğin zaman hemen ayağı vururdu. Yani şimdi o riskler yok. Çünkü buradaki malzemenin en kalitelisini italya’dan alıyoruz. Müşterinin en dikkat etmesi gereken de rahatlık ve ayağa dokunmamasıdır vurmamasıdır.
Bir de sürdürülebilirlik konusunda şunu demek istiyorum. Bizim ayakkabının her yeri deri, iç astarına kadar deri olduğu için bunların şöyle bir özelliği var. Benim bildiğim kadarıyla ayakkabılar artık ciddi kullanımı öldükten sonra bunları makinelerde parçalıyorlar, iç malzeme yapıyorlar, o malzemeler de kullanılıyorlar diye biliyorum. O yüzden her yerinin deri olması bu ayakkabının ileride boşa gitmediğini tekrar sürdürülebilirlik malzemesi olarak kullanılabildiğini gösteriyor.
Yani mesela bizde şöyle bir sistem var POLAT AYAKKABI olarak amacımız, fuar standına müşteri geldiği zaman bütün ürünleri görmesini istiyoruz. Klasiğinden botuna, rok ayakkabısından sporuna hepsini burada görüp başka yere gitmeden bizden almasını istiyoruz. O yüzden bütün çeşitler Arge kapsamında ve şovrumumuzda var. Yani o konuda bir sıkıntımız yok.
Editör: O zaman sizi bulabilmeler için internet sitenize girip orada detaylı bir şekilde inceleyebilirler.
Aynen internet sitemizde de bütün kategorilerde ayakkabılarımızı görebilirler.
Fevzi Alpaydın: Erdal Bey’in söylediğine ek olarak. Ayakkabı rahatlığından bahsetti. Biz bu rahatlığı sunmak için çalışmalar yapıyoruz. Ben çok hareketli bir insan olduğum için ve Erdal Bey kendisi de bir ürün yapacağımız zaman kalıbı ilk önce kendi bünyemizde deniyoruz. Gerekse Seyfettin Bey de kendi ayağında deniyor. Ben de deniyorum. Merdivenlere çıkıyoruz, geziyoruz, dolaşıyoruz. Deri çatlıyor mu, çatlamıyor mu kalıbın neresinde bir hata var ona bakıyoruz. O hassas ayaklarda o belli oluyor. Bunları düzenledikten sonra en son biz bunu müşterinin beğenisine sunuyoruz. Müşteri aldığı zaman bizde o zaman gönül rahatlığı ile bu kalıp çok rahat veya bu kalıp şöyle şu tarz ayakları giyebilir, bu kalıp şu tarz ayaklara uyabilir şeklinde söylüyoruz. Bu konuda satışta da müşteriye yardımcı oluyoruz. O yüzden satış yaparken de rahat oluyoruz. Çünkü bünyemiz içerisinde zaten biz bunun test çalışmasını kendi içerimizde de denetliyoruz. Yani yaptığımız bir şeyi tekrar tekrar biz denetliyoruz, test ediyoruz. Ondan sonra en son vitrine sunuyoruz.
Editör: Onu soracaktım. Test aşaması, genellikle laboratuvarlara gönderiliyor. Aynı zamanda siz kendiniz de yaptığınızdan bahsettiniz. Peki taban konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Fevzi Alpaydın: Taban zaten çalıştığımız firmalar, kösele dediğimiz, yurt dışından geliyor. O firmalar zaten bunun testini raporlu bir şekilde yapmış oluyor. Biz en son aşamada yaptıktan sonra gerekse kar suyuna bırakıyoruz. Ayakkabı kar suyu içerisinde soğukta duruyor. Orijinal dağlardan getirdiğimiz kar sularımız var soğuk testine bırakıyoruz. Çatlama var mı, yok mu diye. Sıcaklık ve Isı testine bırakıyoruz. Herhangi bir şey varsa bunları zaten müşterilerle iletişim halinde oluyoruz.
Eva ayakkabıları kösele ile Eva birleşimi ayakkabı da yapıyoruz. Müşterilere diyoruz ki; giydikten sonra kış ortamında kalorifer de kurutmayın. Çünkü Eva ısıya tabi olduğu için ısıyı gördüğü zaman köseleden bir çekilme yapacak. Ne olacak? Bu defa müşteri diyecek ki bu senin ayakkabın kötü, yani biz kullanım şartlarını da sunuyoruz. Yani bizim kendi içerimizde çok modern laboratuvarlarımız yok. Çünkü öyle bir şey kurmamıza da gerek yok. Zaten bu işi yapan Laboratuvarlar var. Müşteri test raporlarını istediği zaman biz ayakkabıyı gönderiyoruz. Zaten kendisi raporlarını alıyor. Şu ana kadar da öyle testten geçmeyen bir ayakkabımız yok. Ama kendi bünyemizde de deri çatlama yapıyor mu? Yapmıyor mu? Giydikten sonra ter yapıyor mu? Yapıyor mu? Biz kendi bünyemizde test ediyoruz. Çünkü biz canlı şahidiyiz. Yani kendimiz test ettiğimiz ve beğenmediğimiz derileri de kullanmıyoruz.
Editör: Peki bu mesleğe gönül vermiş, bu zanaata gönül vermiş insanlara neler söylemek isterseniz?
Fevzi Alpaydın: Şöyle söyleyeyim deriye bulaşan bu işi bırakamıyor. Biz de öyle. Ayakkabıdan daha önce çanta sektöründe deriyle tanıştım. Deri de hakiki deriyi kullanan, bu işin iyisini yapan insanlar bu işi bir daha bırakamıyor. Derinin öyle bir özelliği var.
Tavsiyemiz şu Erdal Bey’in de dediği gibi ben bu topluma, insanlara, dünyaya hangi konuda faydalı olacağım? Ayakkabıysa tamamıyla kendini bu işe vermesi gerekiyor. Hücrelerine varıncaya kadar hissetmesi gerekiyor. Bu işi yapacaksa yapmayacaksa da başka işte yapacağı bir alana gönül vermesi gerekiyor.
Ayakkabı sektöründe ayakkabıcılık Türkiye’de sektör haline gelemedi. Biraz bu işi kuranlardan da kaynaklanan sebepler var. Biz açık konuşmayı severiz. Yani patronlardan kaynaklanan da sebepler var veya işte dediğim gibi resmi kurumlar, dernekler, vakıflar gibi bir kesik bağlantımız var. Aslında bizim bu fabrikalarla bu ayakkabı okulları, meslek okulları meslek odaları sanırım arada bir bağlantısızlık var. Şimdi ben 10 seneden beri buradayım, bir belge olması gerekiyor, ustalık belgesi olması gerekiyor diye söyleniyor. Bunlar işin en son kısmı. Şu ana kadar ayakkabı okullarından, meslek okullarından fabrikaları ziyaret eden bir tane öğrenci görmedim ben.
Belki de o insanlar (öğrenciler) bile oraya isteyerek gitmiyor o okullara. Yani o okullarda okuyacak insanların da bu işi benimsemesi gerekiyor ki gelsinler. Fabrikalara baksın bu ayakkabı nasıl yapılıyor, nasıl satılıyor, neler yapılıyor. Okullardan gelen hiçbir öğrenci yok.
Editör: Aslında okullarda teorik olarak dersler veriliyor ama…
Fevzi Alpaydın: Teorik derslerde ayakkabının hiçbir önemi yok. Görecek asıl okul fabrikalardır. Geçmiş dönemin bu işin ana ustaları Seyfettin Bey gibi ustalar yaşadığı sürece bu fırsatların değer görmesi gerekiyor. Çünkü başka göremeyecekler. En önemlisi Milli Eğitim Bakanlığının eğitimde zanaatı güçlendirici politikalar çözümler geliştirmesidir. Bu zanaatın daha sürdürülebilir geleceği vaat eden bir altyapı zeminini oturtturması gerekmektedir.
Ben şahsen işin satış boyutundayım. Bizim mağazamız vardı oradayken, ustaya burası şöyle olmuş burası böyle olmuş diye hani uzaktan böyle telefon açıp fırçalar atardık. Ne zaman ki ben buraya fabrikaya geldim artık buradan hizmet veriyoruz ki en önemli yer fabrika. Bir üretici firmanın üretim gücü varsa kesinlikle pazarlamayı kendi bünyesinde yapması gerekiyor. Yani şuraya buraya mal göndermekte değil buradan yani kaynaktan hizmet vermesi gerekiyor. Ne zaman ki ben buraya geldim bu iş böyle değilmiş, böyle uzaktan göründüğü gibi değilmiş dedim kendi kendime.
Ben şuan halen yeri geldiğinde imalatın içerisine de giriyorum. Öğrenmek için bir şeyler yapıyorum. Geçmişte ayakkabıcılıktan gelen birisi değilim ama şuan kendi kabiliyetlerim ölçüsünde bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Öğrendiğim şeyi daha iyi müşteriye anlatıyorum.
Yani meslek okullarına benim şöyle bir tavsiyem de olabilir. Diplomaları aslında oradaki öğretmenler değil de fabrikadaki ustaların öğrencilere vermesi gerekiyor. Orada bir saat teori alacaksa fabrikada üç saat dersi burada yaşayacak öğrenci zanaatı meslek olarak böyle öğrenir. Yoksa ne zanaat öğrenilir ne de bir mesleğe fayda sağlanır. Yani hangi meslek olursa olsun sadece ayakkabı değil bu söylediklerim.
Yani Meslek okulları nacizane düşünceme göre sadece bir okul var. Başka bir şey yok. Yani umarız buna da bir çözüm bulunması gerekir. Düzenleme yapılması gerekir. Ben de okuldan mezunum ama işin yüzde doksanını fabrikalarda öğreniyoruz. Yani aslında bu fabrikalar bir üniversite Ayakkabı Üniversitesidir. Gaziantep’ten gelen bir ustamız söylemişti. Sizin fabrika bir üniversite dedi. Çünkü, oraya giren bir zanaatkar olarak öğrenip usta olarak çıkıyor dedi. Gerçekten de öyle. Buraya giren bir zanaat öğreniyor, bir zanaat sahibi oluyor en azından yani öyle diyebilirim.
Piyasada bütün üreticilerimize ciddi ölçüde üretim yapan, orjinal üretim yapan herkese başarılar dilerim. Buradan kesinlikle insanlara halkımıza da tavsiye isteğimiz, maddi imkanlar ölçüsünde alabildiği en kaliteli ayakkabıyı alsınlar. Çünkü ayaklarımız gerçekten çok önemli. Ben bunu bu firmaları tanıdıktan sonra öğrendim. Çöp giymesinler.
İşverenlerimize de şunu tavsiye ederim kazandıkları parayı kesinlikle Arge çalışmalarına yatırsınlar, insana yatırsınlar, insana değer versinler. Çünkü giden elemanın giden bir ustanın, giden bir depo elemanının bile şu an yerini dolduracak kimse yok.
Yani bundan sonraki zamanlarda izlenimlerimiz şu şekilde İtalya’da olsun ve diğer ülkelerde Fevzi Bey’in dediği gibi Arge çalışmasına önem verilmesi gerekir aksi takdirde gelecekte bunun sonucunu alamıyorsunuz.
O yüzden Arge’ye çok önem vermeleri gerekiyor. Her yönüyle ayakkabının üstü alt malzemesiyle Arge çalışması çok iyi olması lazım. Sürdürülebilirlik için. O yüzden Türkiye’de özellikle Arge artık daha fazla önem vermemiz gerekiyor. Kopyacılık zihniyetinden çıkıp kendi özümüzde bir şeyler yapmamız gerekiyor artık başka türlü ileri gitmemiz mümkün değil.
Editör: Peki bu ayakkabıların yani klasik ayakkabı olarak deri kösele ayakkabı olarak baktığımızda, yani sağlık açısından ne gibi önemli yerlere, önemli noktalara dikkat edilmesi gerekiyor?
Fevzi Alpaydın: Az önce Erdal Bey’in de söylemiş olduğu gibi arkadaki tabanı artık geçmiş yıllara nazaran daha da ortopedik olarak yer almakta. Yani sağlık açısından ayakkabının sadece dış görünüşü değil, iç malzemesi de önemli insana zarar veren kimyasallardan uzak olması gerekiyor. Biz genelde ayakkabının içerisi teri emsin diye kösele kullanıyoruz. Alttaki malzeme neyse içerisinde kullandığımız malzeme aynı.
Bazı müşteriler, niye bu içindeki astarı sonuna kadar atmadınız çaldınız mı? Dediğinde, biz hayır değil, sağlık açısından diyoruz. Aslında sağlıklı ayakkabı da budur. Teri emecek aynı zamanda vücudumuzdaki elektriği yere iletecek. Dolayısıyla kullanılan malzemenin kimyasallarından, yani sağlığa yönelik testten geçirilmiş sağlığa zarar vermeyen malzemelerden kullanılması gerekiyor.
Yani ayakkabıdaki sağlık sadece kalıp değil. Yani kalıbın rahat olması, içindeki kullanılan malzeme de çok önemli. Altında kullanılan taban çabuk eriyorsa ökçesi çabuk eriyorsa bu da sağlığı çabuk etkiler. Özellikle bir taban erimişse bunun hemen değiştirilmesi gerekiyor. Çünkü bu ya içe basmasına sebep olacak ya dışa basmasına sebep olacak. Yani ayak yapısı kemik yapısı sağlık açısından çok önemlidir.
Erdal Bodur: Burada bir ekleme yapmak istiyorum,İnsanlar bir şeyde yanılıyor. Ben de bazen spor ayakkabı giyiyorum ve insanların şu anda yüzde doksanı spor ayakkabı giyiyor değil mi. Ama o spor ayakkabının tabanı hava almadığı zaman o ayak ter içinde kalıyor. Ter içinde zamanla mantar gibi hastalıklar ortaya çıkıyor.
Ama içi doğal olan kösele olan ayakkabının şöyle bir özelliği var. Belki biraz rahat değil spor ayakkabı gibi ama o teri emdiği için ayak üzerinde bir nem oluşmuyor. Nem oluşmadığı için mantarda oluşmuyor. Ayak sağlığı için bu çok önemli.
Ama tabanı kösele olan bir ayakkabı giydiğinizde ayakta bu oluşmaz. Çünkü bu ayakkabının sağlıklı olduğunu gösterir.
Yani bu zanaata en başta temelden başlayarak gönül vermesi lazım. Tabii ki de buna hocaların da destek olması lazım. Aynı zamanda burada bir markanın altında stajyerliğini yapıp en azından burada bir ürünü üretip sonrasında çok daha kaliteli işler de yapabilir.
Evet, bu şekilde hem sektöre hem de ülkeye de hizmet eder.
POLAT AYAKKABI OGGI markasıyla Fevzi Bey ile Erdal Bey yanımızda ayakkabıcılık sektöründe daha detaylı bilgiler sunarak hem ayakkabı sektörüne hem de ayak sağlığına odaklanarak röportajımızı gerçekleştirdik. Kendilerine çok çok teşekkür ederiz değerli bilgileri paylaştıkları ve Magazine Leather yayınlarına katıldıkları için, iyi çalışmalar diliyorum.
Biz de teşekkür ederiz bu fırsatı bizlere sunduğunuz için.