Bir önceki yazılarımızda da olduğu gibi, teknolojik gelişmelerin sektörümüzü nasıl etkilediği ve dönüştürdüğü konusuna bu sayıda da devam ediyoruz. Teknoloji, artık sadece üretim araçlarını değil; düşünme biçimimizi, tüketim alışkanlıklarımızı ve tasarım anlayışımızı da kökten değiştiriyor. Bu dönüşümü, deri ve moda endüstrisinin geleceğini şekillendiren başlıca faktörlerden biri olarak görüyorum.
Geçtiğimiz aylarda ABD ve İngiltere arasında düzenlenen önemli bir buluşmada, yapay zekâ ve teknoloji devlerinin CEO’ları İngiltere Kraliyet Sarayı’nda görkemli bir akşam yemeğinde bir araya geldi. Bu olay, sadece teknolojinin değil, küresel ekonominin de yeni bir döneme girdiğinin simgesiydi. Belki de tarihçiler bu dönemi “ikinci sanayi devrimi” olarak adlandıracaklar. Zaman gösterecek.
Küresel ekonomiler zorluklarla boğuşurken, teknoloji sektörü büyümeye devam ediyor. Yenilikler hızla hayatımıza giriyor; kimi zaman farkına bile varmadan dijitalleşmenin bir parçası oluyoruz. Moda, tekstil ve deri sektörü de bu dönüşümün dışında kalmıyor. Geçtiğimiz günlerde Google’ın tanıttığı yapay zekâ destekli “Try-On” teknolojisi, tüketicilerin çevrimiçi alışverişte ürünleri kendi üzerinde sanal olarak denemesine imkân tanıyor. Bu, geleceğin alışveriş deneyiminin habercisi.
Ancak unutmamak gerekiyor: Moda, her zaman insanın kendini ifade etme biçimi olmuştur. Deri ürünleri ise bu ifadenin zamansız bir sembolü… Yüzyıllardır gücü, zarafeti ve kaliteyi temsil eden deri, bugün hâlâ modanın yönünü belirleyen en güçlü unsurlardan biri olmayı sürdürüyor. Sosyal medya analizleri ve tüketici anketleri gösteriyor ki, yüzde yüz sürdürülebilir doğal deri ürünleri, özellikle ayakkabı kategorisinde son kullanıcının en çok tercih ettiği seçenekler arasında yer alıyor.
Ne kadar ironiktir ki, bazı “hayvansız ürün” etiketiyle sunulan sentetik materyaller aslında doğa için çok daha zararlı. Çünkü bu ürünlerin büyük kısmı doğada çözülmeyen, petro-kimyasal kökenli plastik içerikler taşıyor. Yani “sürdürülebilir” olduklarını iddia ederken, aslında doğaya kalıcı zararlar bırakabiliyorlar. Gerçek sürdürülebilirlik, doğayla çatışmadan, onun döngüsüne uyum sağlayarak üretim yapmaktan geçiyor.
Bu noktada son kullanıcılara da büyük sorumluluk düşüyor. Yapay zekâ destekli alışveriş platformlarından ürün satın alırken, etiketleri ve üretim izlenebilirliği kartlarını kontrol etmek artık bir tercih değil, bir bilinç göstergesi olmalı. Gerçek sürdürülebilir ürünün hammaddesini, üretim kaynağını ve karbon ayak izini bilmeden yapılan alışveriş, geleceğe yönelik en büyük körlüktür.
Önümüzdeki yazımda teknolojik gelişmelerin sanayi ve üretim süreçlerine, özellikle de deri sanayisinde dijitalleşmenin getirdiği yeniliklere odaklanacağım.
Şimdilik, teknolojinin sunduğu tüm imkânlara rağmen “doğal olanın” değerini unutmamak dileğiyle…
 
 
			 



 
					


