Bir önceki yazılarımızda teknoloji ve yapay zekânın deri endüstrisi ve deri mamulleri sektöründeki etkilerinden ve sorumluluk alanlarından bahsetmiştik. Aslında bu yazıda da aynı konuya devam etmeyi düşünüyordum; ancak “deri” üzerine zorunlu bir yazı yazma ihtiyacı hissettim. Dedemin ve babamın, kısacası ata mesleğimizin bir parçası olan dericilik adına sektörün iç dinamiklerine dair görüşlerimi dile getirmek istedim.
2026 yılına sayılı günler kaldı. Çocukluğumdan beri deri sektörünün içinde büyüdüm. Dedemin tabakhanesini görmeye yetişemesem de — çünkü ben iki yaşındayken satılmıştı — babam 1987’den 2015’e kadar deri konfeksiyonunda çalıştı. Atölyede geçirdiğim zamanları, mağazalarımızla ilgilendiğim yılları ve hafızama kazınan o anıları çok iyi hatırlıyorum. Hatta şirketimizin logosunu bile lise yıllarımda ben tasarlamıştım. Bilime, tasarıma, sanata ve modaya duyduğum ilgi hâlâ aynı şekilde devam ediyor.
Normalde kendimden bahsetmeyi ve kendimi övmeyi sevmem; bunun da gerekli olduğunu düşünmem. Fakat bugün bunu anlatmamın sebebi, deri sektörüne yöneltilen acımasız ve gerçeklikten uzak ithamlar.
Hayvanların acı çekmesini elbette istemiyorum. Zaten AB başta olmak üzere birçok ülkede hayvan refahına ilişkin çok sıkı yasal mevzuatlar bulunuyor. Ancak unutulmamalı ki sığır, koyun, keçi ve hatta tavuk gibi hayvanlar derileri için değil, insanlığın binlerce yıllık besin zinciri ve evrimsel ihtiyaçları doğrultusunda yetiş-tirilen besi hayvanlarıdır.
Tarıma geçişle başlayan besicilik, sanayi devrimiyle büyüyen modern üretim sistemleri ve bugün yapay zekâ çağına uzanan süreçte, toplumların temel geçim kaynaklarından biri olmaya devam ediyor. Bugün metropollerde market raflarındaki süt, süt ürünleri ve et ürünlerinin varlığı kimseyi şaşırtmıyorsa, o ürünlerin kaçınılmaz yan ürünü olan derinin de görünmez bir değere sahip olduğunu kabul etmeliyiz.
Üstelik deri artık yalnızca ayakkabı, çanta veya giyim sektörünün bir hammaddesi değil; gıda endüstrisinin de bir parçası. Kapsül formdaki kolajen takviyeleri, jelatin ve birçok gıda katkısının kaynağı yine bu atık derilerdir. Dolayısıyla “hayvanlar derisi için öldürülüyor” iddiası hem bilimsel hem de ahlaki açıdan gerçek dışıdır.
Et üretimi durdurulsa bile insanlar doğal yollarla et tüketmeye elbette devam edecektir. Asıl mesele, bu büyük gıda zincirinin yan ürünü olan derinin israf edilmeden, çevreye zarar vermeden, ekonomiye kazandırılarak işlenmesidir. Ne yazık ki dünya genelinde mezbahalardan çıkan atık derilerin yaklaşık %20’si kullanılmadan toprağa gömülüyor. Asıl odaklanmamız gereken yer burasıdır.
Deri sektörü bugün bir dönüşüm sürecinden geçiyor. “İsraf olmasın, bu zanaat devam etsin” diyenlerin bilgi birikimi ve emeğiyle sektörün gelecekte yeniden güçleneceğine inanıyorum. Ancak sektörün bir başka önemli eksiği var: Z kuşağına bu zanaatı doğru anlatamamak. Hikâyemizi, sürdürülebilirlik çerçevesindeki gerçekleri ve dericiliğin bilimsel yönünü gençlere aktaramadığımız sürece bu zanaatın ustalık zinciri zayıflamaya devam edecektir.
Dünyanın asıl sorunu petrol, plastik ve özellikle mikroplastiklerken; su kıtlığı ve gıda güvenliği önümüzdeki en büyük tehditlerken, atık bir yan ürün olan derinin yeniden değer kazanması aslında çevresel bir zorunluluktur.
Yapay et tartışmalarına burada girmiyorum bile… Geleceği elbette zaman gösterecek. Benim öngörüm ise açık: Tarım ve hayvancılık var oldukça, besin zinciri var oldukça, et ve deri de var olmaya devam edecek.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere.






